Ekonomideki Yeni Dönüşümler Işığında Türkiye’nin Ekonomi Politiği
İndir
Özet
İktisat Bilimi, “Kıtlık” ile mücadele bilimi olarak da ifade edilebilir. Bu bilim dalı, kıtlık ile mücadele amacından dolayı bir takım tercih ve seçimlerde bulunarak, bireysel ve toplumsal refahın nasıl artırılabileceğini araştıran bir çalışma alanına sahiptir. Bu amaç doğrultusunda, öncelikle “ne üretileceği”, “nasıl üretileceği” ve “kime üretileceği” sorularına doğru yanıtlar vermek gerekmektedir. İşte İktisat biliminde bu sorulara cevap arayan ekonomik yapılara, İktisadi sistemler denir. Bir anlamda iktisadi sistem, ekonomik yaşamda, oyunun kuralının nasıl belirlendiğini ortaya koyan yapıdır. Genel olarak iktisadi sistemler deyince iki temel yapıdan bahsederiz: Piyasa ekonomisi ve Kumanda ekonomisi. Buradaki temel ayrıştırıcı özellik, Devlet- özel sektörün ekonomideki görev tahsisidir. Ülkelerin iktisadi tarihi analiz edildiğinde, farklı zaman ve dönemlerde bu iki ekonomik sistem arasında gitgellerin yaşandığı görülebilmektedir. Bu şekilde iktisadi sistemlerdeki değişimde, gerek o ülkenin içinde bulunduğu koşullar gerekse dışsal bir unsur olarak dünya ekonomisinde yaşanan dönüşümlerin etkisi olduğu bilinmektedir.
Bu bakış açısı doğrultusunda Türkiye ekonomisini de ele aldığımızda, Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze gelinceye kadar farklı dönemlerde farklı ekonomik sistemler ile ekonomik yaşamın dizayn edildiğini, bu kapsamda farklı iktisadi politikalara ve önceliklere yer verildiğini görebiliriz. Tabi bu şekildeki dönüşümlerde de yukarıda da ifade edildiği gibi gerek ülke içi koşullar gerekse dünya ekonomisindeki konjoktürel değişimlerin etksisi olduğu aşinadır.
Genel olarak değerlendirdiğimizde Türkiye Ekonomisi;
- 1923- 1930 arası Karma ekonomik sistemin
- 1930-1938 arası Devletçi (Kumanda Ekonomisi) ekonomik sistemin
- 1939-1945 arası Savaş ekonomisi (Devletçi ekonomik sistem)
- 1946-1960 arası Piyasa ekonomisine geçiş ve Piyasa ekonomisi sistemi
- 1960-1980 arası Planlı Ekonomik sistem
- 1980 sonrası ise Liberal ekonomik sistem, olarak gruplandırabiliriz.
Türkiye Ekonomisinde yaşanan bu dönüşümler, doğal olarak dünya ekonomisindeki konjoktürel değişimlerle de paralellik göstermektedir. Örneğin Klasik iktisadın etkisini kaybedip, Müdahaleci iktisat anlayışının daha etkin olduğu 1930’lı yıllar ile birlikte Türkiye ekonomisi de bu yönde bir eksen değişikliğine girmiştir. Yine aynı şekilde İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan Batı Bloğu ve onun etkisi altında kalarak Piyasa ekonomisine yöneliş tercih edilmiştir. 1980’li yıllara girerken Dünyada yaşanan Küreselleşme ve Tek Pazar olma hedefi yine etkisi göstermiş ve bu yıllar ile birlikte Serbest piyasa ekonomisi ve ihracat, Türkiye Ekonomisinin öncelikli hedefleri haline dönüşmüştür.
Kısacası, Türkiye Ekonomisi, içinde bulunduğu Dünya Ekonomisi ve orda ortaya çıkan dönüşümlere karşı duyarsız kalmamış, sürekli bir etkileşim sürecinde olmuştur. Ülke için ekonomik hedef, politika ve öncelikler belirlenirken, Dünya ekonomisinde yaşanan bu değişimlerin etkisi sürekli gözlemlenmiştir. Özellikle de Türkiye ekonomisinde, Dünyada yaşanan Küreselleşme rüzgarının etkisi, digitalleşme gibi değişimlerle birlikte, Dış Dünyaya ve onun ekonomik dönüşümlerine duyarlılık daha yoğun olarak yaşanmıştır.
Diğer Taraftan, İktisat bilimi, bir sosyal bilimdir ve diğer bütün Sosyal Bilimler gibi, hayatın her alanını kendisine çalışma alanı olarak belirleyebilir. Çünkü İktisat bilimin öznesi, insandır. Ve doğada insan ile ilişkili olmayan bir şey yok gibidir. Bu kapsamda bir sosyal bilim dalı olan İktisat bilimi ve onun alan çalışmaları olan ülke ekonomileri, diğer sosyal bilim alanları ile de sürekli ilişki ve etkileşim halindedir. Bir anlamda iktisat, inter disiplin bir yapı arz eder. Buna göre bireyi ve toplumu ilgilendiren her konu doğrudan ve dolaylı olarak ekonomik yapı üzerinde tesire yol açabilir. Yani, Siyasi, hukuki, sosyolojik, sağlık gibi farklı alanlarda yaşanan gelişmeler, bir şekilde ekonomik yapıda etkilere yol açabilir ve iktisadi tercihleri, politikaları değiştirebilir.
İşte Bu bilgiler ışığında hazırlanan bu eser, değişik disiplinden gelen ve farklı çalışma alanlarına sahip genç bilim adamları, akademisyen ve araştırmacıların çalışmalarından oluşmaktadır. Bu eserde yer alan konu başlıkları ile ilgili olarak genel değerlendirme şu şekildedir:
Gerek 2000 öncesi Türkiye ekonomisinin yaşadığı kriz gerekse 2010 sonrası Avrupa Birliği bölgesinde (başta İspanya, İtalya, Yunanistan gibi ülkeler) ortaya çıkan ekonomik krizlerin en önemli unsuru, bu dönemlerde ve ülkelerde mali disiplinin bozulup, yüksek kamu açıklarının baş göstermesi idi. Yüksek kamu açıkları ekonomilerin makro ekonomik dengeleri bozmuş ve ülkeleri krize sürüklemişti. Bundan dolayı istikrarlı ve sürdürülebilir bir ekonomik performans ortaya koyabilmek için, mali disiplin gerekli ve önemli bir hedeftir. Mali disiplinin sağlanabilmesi için genellikle kamu gelir-gider dengesinin sağlanması, gider kalemlerinin daha doğru ve iktisadi olarak daha etkin bir şekilde belirlenmesi gerekir. Aynı şekilde mali disiplinin gerçekleşebilmesi için kamu gelirlerinde de kayıpların minimize edilmesi gerekir. Bu kapsamda en temel kamu gelir kalemi olan vergi gelirlerinin artırılması, vergi kaçakçılığının engellenmesi, öncelikli çözülmesi gereken bir hedef olarak karşımıza çıkar. Bir ekonomide vergi gelirlerini artırmak deyince genel uygulama ve yöntem yeni vergiler salmak ya da mevcut vergilerde düzenlemelere gitmektir ki çoğu zaman bu yöntem beklenilen amaçlara ulaşmaya imkan vermemektedir. Bunun yerine toplumda ve bireyler arasında vergi bilincinin yerleşmesi ve kabullenilmesi, vergi hasılatı açısından daha olumlu etkilere yol açmaktadır. Bu bağlamda bir toplumda vergi bilincinin yerleşmesinde, vergi gelir kayıplarının azaltılmasında belki de en önemli eşik, adil bir vergi sistemi düşüncesini vatandaşa aktarabilmektir. Eğer vatandaşlar, adil bir vergi sisteminin varlığına inanır ise, vergi ödevini daha sorumsuz bir şekilde yerine getirebilirler. İşte bu yaklaşımdan dolayı, ülkelerin mali disiplin hedefi doğrultusunda vergi gelirleri artırmak için başvurabilecekleri öncelikli hedef, adil bir vergi siteminin yerleşmesine olanak tanıyan mali düzenlemelere yönlenmesidir. Adil bir vergi sistemin oluşması için Türk Vergi sisteminde neler yapılabilmesi ve bunun neticesinde Türkiye ekonomisi için ne tür fırsatların oluşabileceği, bu çalışmanın birinci bölümünde ele alınmış olup, okuyucunun dikkatine sunulmuştur.
Günümüz Türkiye ekonomik sisteminin ve yapısının şekillenmesinde, 1970’ li yıllar ile reel (mal) piyasalarında başlayan ve 1980’li yıllar ile birlikte finansal alanda da gerçekleşen Küreşelleşme sürecinin etkisinin bir hayli fazla olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Dünyada yaşanan ve “tek Pazar” olma gayesi ile gerçekleşen bu süreç, ülkeler açısından ihracatın çok daha fazla önem kazanmasına yol açmıştır. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ve sermaye yetersizliği yaşayan ekonomiler için ihracat, ekonomik büyüme için lokomotif görevi görmüştür. Bu kapsamda Türkiye ekonomisi bir anlamda kabuk değiştirerek “ihracata dayalı bir büyüme modeline” geçiş yapmış ve iç talep yerine dış talebe yönelik adımlar atmıştır. O tarihten bu güne kadar ihracat, Türkiye ekonomisi için her zaman önemli bir unsur olarak önemini devam ettirmiştir ve bu doğrultuda ihracatı teşvik edici iktisadi politikalar ve düzenlemeler uygulamaya konulmuştur. Bununla birlikte günümüze gelinceye kadar Türkiye ekonomisin ihracat performansında önemli ilerlemeler sağlansa bile istenilen ya da beklenilen hedefler gerçekleşememiştir. Bunun temel nedeni olarak, ihracata konu olan malların bileşeni içerisinde yüksek teknolojili ürünlerin hala düşük seviyelerde olması ve dış Pazar alternatiflerinin yeterince geliştirilmemesi ifade edilmektedir. Özelliklede Türkiye’nin coğrafi konumu itibariyle istikrarlı bir konumda olmaması, komşularının sıklıkla siyasi ve askeri olarak kaotik ortamlarda bulunması yeni ve farklı ihracat pazarlarının varlığını elzem hale getirmektedir. İşte bu noktada, hazırlanan bu çalışma, Türkiye’nin, Dünyadaki son siyasi ve ekonomik gelişmeler ışığında ihracat ürün çeşitlemesi ve yeni alternatif pazarlar oluşturması bağlamında bilgileri ve görüşleri, ilgili bölümler kapsamında okuyucuya sunmaktadır.
2018 Martı itibariyle baş gösteren Covid-19 virüsü ve yol açtığı Pandemi süreci ile birlikte, Sağlık, bütün devletler için en önemli gündem meselesi haline dönüşmüştür. Bu dönüşüm ile birlikte sağlık ekonomisi ve politikaları, iktisat biliminin de öncelikli araştırma alanlara kapsamına girmiştir. Bütün Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sağlık politikalarının gözden geçirilmesi ve günün koşullarına göre yeniden düzenlenmesi, pandeminin toplumsal ve ekonomik olumsuz etkilerinin minimize edilmesi için sağlık hizmeti ve sağlık harcamaları bağlamında neler yapılabilmesi, iktisat bilimi ile ilgili çalışmalarda üst sıralara yerleşmiştir. Bu kapsamda hazırlanan bu çalışmada, sağlık ekonomisi ve sağlık hizmetleri ile ilgili değerlendirmelerin yapıldığı, pandeminin ekonomik ve finansal piyasaları etkilerini konu alan bölümlere de yer verilmiştir.
Yine aynı şekilde Pandemi ve devamında dünya ekonomisinde ortaya çıkan ekonomik ve siyasi gelişmeler, tedarik ve tarımsal ürün arz sıkıntısına yol açmış ve bu durumda, başta tarım ürünleri olmak üzere birçok mal ve hizmete ulaşılabilirliği sıkıntıya sokmuştur. Dünya tarım ürünlerinde yaşayan arz sıkıntısı, ülke ekonomileri için tarımsal ürün arzını ve tarımı tekrar en önemli ekonomik sektör haline getirmiştir. Bu kapsamda Bütün Dünya ekonomilerinde olduğı gibi Türkiye ekonominde Tarım sektörü ve bu sektörün geliştirilmesi, öncelikli ekonomik hedeflerden biri olarak kabul edilmiştir. Bu noktada son gelişmeler ışığında Türkiye ekonomisinde Tarım sektörünün yapısı ve ekonomik büyümedeki rolü üzerine görüşleri kapsayan araştırma da yine bu kitabın ele aldığı konulardan biri olarak okuyuculara sunulmaktadır.
Belki de son dönem iktisat bilimi ile ilgili araştırmalarda dikkat çeken en önemli husus, ekonomik dışı faktörlerin (non-economic factors), iktisat bilimi çalışmalarında ağırlığının artmasıdır. Bu çerçevede, yapısal unsurlar diye de ifade edebileceğimiz birçok göstergenin(demokrasi, hukuk, siyaset, eğitim, mülkiyet hakları, ahlak gibi), ülkelerin makro ekonomik performansları üzerinde güçlü etkilere yol açtığı genel kabul gören bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte bu noktada demokrasi ve ekonomik büyüme etkileşimini konu olarak, Türkiye ekonomisinin büyüme sürecine bir açılım kazandırmayı amaçlayan çalışma da bu kitabın ele aldığı konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak farklı araştırmacıların, akademisyenlerin, görüşlerini ve çalışmalarını ortaya koyan bu eser, Dünyada ortaya çıkan değişim ve dönüşümlerin, Türkiye Ekonomisi üzerindeki etkilerini göz önünde tutarak, bu etkiler ışığında Türkiye ekonomisi için yeni öneriler, politikalar ortaya koymaya çalışmıştır. Bu noktada okuyucusuna katkı sağlayan, fikir dünyasını zenginleştiren bir eser olması temennisi ile, bu kitabın hazırlanmasında katkı sağlayan başta Yazarlar olmak üzere basım sürecini gerçekleştiren Tüm dostlara ve Özgür Yayınlarına sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.